Copy
Bu e-postayı tarayıcınızda görün.
18 Temmuz 2021
18 Temmuz Pazar sabahından herkese günaydın. 89 yıl önce bugün, 18 Temmuz 1932'de Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkçe ezan genelgesini açıkladı; ezanın Arapça okunması yasaklandı. Türkçe çeviri, Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi ünlü hafızların da bulunduğu bir komisyon tarafından yapılmıştı. Çeviriyle ilgili en çok tartışılanlar ise, tercümesinin ağırlıklı olarak gayrimüslimlerin yaşadığı "Kurtuluş" semtini hatırlatması nedeniyle "felah" ve sonunda "Tanrı" diye tercüme edilmesine karar verilen "Allah" kelimeleriydi. Türkçe ezan plağını dolduran Sadettin Kaynak; 31 Ocak 1932 tarihli Kadir Gecesi’nde Fatih Camii'nden ilk kez Türkçe ezanı okuyan ise Bursalı Hafız Rıfat Efendi olmuştu. Öte yandan yasak, dönemin gazetelerinin yazdığının aksine özellikle Anadolu'da yaşayan Müslüman halk tarafından sevinçle karşılanmamıştı.

Yasağı kaldırmak, 14 Mayıs 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin ilk icraatlarından biriydi. Zira ülkenin dörtbir yanından gelen telgraflarda en çok zikredilen taleplerden biri buydu. Örneğin Siirt'ten Fetullah Özbıyık adlı bir vatandaş "20 seneden beri bir Arapça ezan hasretindeyim, çünkü hayal meyal çocukluğumda Arapça ezanı hatırlıyorum. Birçok kelimeleri Müslüman evlatlarımızın ciğerlerine işlerdi. Bu hasret herkesin kalbinde saklı idi, şimdi ise herkes seviniyor" yazmıştı.

Hazır Sadettin Kaynak demişken, Türkçe ezan tartışmalarının gölgede bırakamadığı güzellikte bir Nihavend bestesini de Pazar gününün şarkısı olarak buraya iliştirelim: Genç Zeki Müren'in billur sesinden "Menekşelendi Sular"... Şarkının Vecdi Bingöl tarafından yazılan sözlerinde "Ayşe" yerine "Joconde" yani Mona Lisa'nın geçtiğini, bu sözlerin şarkıyı icra eden Safiye Ayla tarafından değiştirilmesine Bingöl'ün "Şairin şiirini bozmak, evini yıkmak gibidir” diyerek tepki verdiği notunu da düşelim. 
Facebook'ta paylaşın Facebook'ta paylaşın
Twitter'da paylaşın Twitter'da paylaşın
E-postayla paylaşın E-postayla paylaşın

Hayal çadırımızdaki Katerina


Tarihin bazı magazin gündemleri var ki yüzyıllar geçse de, tarihçiler defalarca yalanlasa da etkisi silinmiyor. Bugün anlatacağımız olay, üzerinden tam olarak 310 yıl geçmesine rağmen halen anlatılan meşhur "Katerina, Baltalı Mehmed Paşa'nın otağına gitti" dedikodusu... İşin aslını Necdet Sakaoğlu'ndan okuyoruz (NTV Tarih, Nisan 2009):

Türklerin Ruslarla ilk büyük savaşının nedeni, İsveç Kralı 12. Karl’ın, 1709’da Poltava’da Çar Petro’ya yenilip Osmanlı topraklarına sığınması ve onu kovalayan Rus birliklerinin sınırı geçmeleriydi. Sorunu diplomatik yoldan çözmek yerine, Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa orduyla Boğdan’a gitti. 18 Temmuz 1711 günü Prut ırmağı vadisindeki Kartal sahrasında ordugah kuruldu. Karşı yakada da Rus ordusu vardı. 19 Temmuz’da, General Petroviç Şeremetof, Türk birliklerinin köprülerden geçişini önleyemediği gibi, yenilip çekildi. Ertesi gün Baltacı Paşa bütün birliklerle karşıya geçerken, Kırım Hanı Devlet Giray da Rus ordugahını arkadan çevirdi. Petro saçını başını yolacağı bir tuzağa düşürülmüştü. Karşısında Türk Ordusu, arkasında Kırım süvarileri, bir yanı ırmak, öbür yanı bataklık! Önden ve arkadan yoğun ateş altında çılgına dönen Petro’nun imdadına, ordugahta bulunmaması gereken ama her nasılsa yasağı delmiş olan Marthe Rabe (Katerina) yetişti. Önce generalleri ikna etti. Kendi mücevherleri de dahil epeyce bir dünyalık toplayıp “Petro’nun çadırına” gitti ve sara nöbetleri geçiren çarı yatıştırdı. 21 Temmuz günü Baron Pyotr Şafirof’u, barış görüşmesi için 200 bin rublelik bir kurtuluş akçesi, kürkler ve mücevherlerle Mehmet Paşa’ya gönderdi. Baltacı’yı barışa razı edemeyen Şafirof, Sadaret Kethüdası Osman Ağa’yla anlaştı.

Tarih dedikodularına meraklı "usta" yazarlara göreyse, Osmanlı ordugahına giden bizzat Katerina idi. Baltacı’nın çadırına girmiş, anlı şanlı paşayı bir çadır kaçamağı karşılığında kandırmıştı! Halbuki ne dönemin vakanüvisi Raşid Efendi'nin Tarih-i Raşid’inde ne Osmanlı arşivlerinin belgeleri arasında, herhalde ne de Rus kaynaklarında, Baltacı-Katerina halvetini uzaktan yakından doğrulayan bir bilgi yoktur. “Baltacı ve Katerina” roman ve öykülerini yazanlarımız, hatta maalesef kimi araştırmacı köşe yazarlarımız Katerina’yı çarın çadırı yerine Osmanlı sadrazamının otağına sokarak yüzyıldır bizi bu masalla uyutmayı başarmışlardır.

Köstebekler, ajanlar ve ikili oyunlar: Sinemada casusluk  

Geçen hafta The Guardian'ın ulaştığı belgelere göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, 2016'da Donald Trump'ın desteklenmesi için bir casusluk operasyonuna onay verdiği ortaya çıktı. Habere göre 22 Ocak 2016'da yapılan bir toplantıda, "fevri, zihinsel olarak dengesiz ve aşağılık kompleksi çeken bir birey" olarak tanımlanan Trump'ın Beyaz Saray'a çıkmasının, Rusya'nın stratejik çıkarlarına ulaşmasına yardımcı olacağı değerlendirmesi yapılmış. Putin'in imzası olan bir belgedeyse Rusya'nın 3 istihbarat kurumundan Trump'ın kazanmasını sağlayacak yollar bulması istenmiş. ABD istihbaratının Rusya'nın 2016 seçimlerinde Trump lehine çalıştığı açıklamasını da hatırlayarak, bu hafta Soğuk Savaş döneminden bu yana casusluk faaliyetlerinin nereden nereye geldiğini filmlerle hatırlayalım dedik... 

  • The 39 Steps (1935), Alfred Hitchcock
    Casusluk filmlerini anarken bu janra önemli bir külliyat bırakan Hitchcock'u listenin başına koymalıyız. İskoç yazar John Buchan'ın 1915'te yazdığı aynı isimli eserden uyarlanan yapımda; Londra'ya yeni gelmiş Kanadalı çiftçi Richard Hannay'in, tiyatroda tanıştığı bir kadının aynı gece esrarengiz bir şekilde öldürülmesiyle birlikte birdenbire aranan bir suçlu durumuna düşmesi ve kendisini bir uluslararası casusluk entrikasının içinde bulması anlatılıyor. Film, BFI'ın 20. yüzyılın en iyi İngiliz filmleri listesinde dördüncü sırada...
    The Manchurian Candidate (1962), John Frankenheimer
    Kore Savaşı sırasında komünistlerce "beyni yıkanan" bir Amerikan askerinin sivil hayata döndükten sonra bir casusa dönüşmesinin hikayesi... Başrollerinde Frank Sinatra, Laurence Harvey ve Angela Lansbury gibi yıldızların bulunduğu film, tam da gerilimin dorukta olduğu Küba Füze Krizi günlerinde gösterime girmiş; Soğuk Savaş'ın sinemadaki önemli sembollerinden biri haline gelmişti.
  • From Russia With Love (1963), Terence Young
    Pek çok eleştirmenin en iyi James Bond filmi olarak gördüğü serinin ikinci filminde, Rusların elinde bulunan Lektor şifreleme makinesini alma göreviyle İstanbul'a gönderilen James Bond'un, ezeli düşmanı SPECTRE'nin tuzağıyla karşı karşıya kalmasının hikayesi anlatılıyor. Büyük bir kısmı 60'ların İstanbul'unda geçtiği için kalbimizde ayrı bir yeri olan filmin başrolünde ilk film "Dr. No"da olduğu gibi yine Sean Connery var!
  • The Spy Who Came in From the Cold (1965), Martin Ritt
    Casusluk kitaplarının ünlü yazarı John le Carré'nin aynı isimli romanından uyarlanan film, Soğuk Savaş döneminde Doğu Almanya'ya gönderilmiş bir İngiliz casusu olan Alec Leamas'ın hikayesi... Leamas, dışarıdan bir göçmen gibi görünse de asıl amacı komünist Doğu Almanya'da dezenformasyon yaymaktır. Ancak zamanla kendi hükümetinin onu kullandığını fark eder.
  • Tinker Tailor Soldier Spy (2011) Tomas Alfredson
    Yine bir John Le Carré eseri... Bu filmde İngiliz İstihbarat Servisi'nin içinde Sovyetlere bilgi sızdıran bir köstebek olduğunun fark edilmesi üzerine, bir süre önce görevden uzaklaştırılan ajan George Smiley'nin gizli soruşturmayı yürütmek için yeniden işe alınması işleniyor. Başrollerdeki Gary Oldman, Mark Strong ve Colin Firth kariyerlerinin en iyi performanslarından birini sergiliyorlar.

    Ayrıca, Spione (1928), The Man Who Knew Too Much (1934), The Lady Vanishes (1938), The Conversation (1974), Enemy of the State (1998), Black Book (2006), The Lives of Others (2006) Burn After Reading (2008), Mission: Impossible - Ghost Protocol (2011), A Most Wanted Man (2014) ve Bridge of Spies (2015) da izlenebilir.

Sıcak yazların soğuk hazları: Dondurmalar


İnsanoğlunun, kar ve buzu sıcak yaz günlerinde serinlemek için enfes bir tatlıya dönüştürme uğraşının kökeni, tâ Mısır'a, Antik Yunan'a, daha sonra da Roma'ya kadar gidiyor. Ama bu konuda en usta olan Persler... Karı bal, kaymak, süt, baharat gibi çeşitli tatlandırıcılar ile sıkıştırıp, “Yahçal” adı verdikleri buz depolarında saklayarak sıcak yaz günlerinde tüketmeyi akıl edenler onlar.

Bizim tarihimizde ise "buzculuk" epey gelişmiş bir işkolu. Kar çukurlarında sıkıştırılarak saklanan buzlar, yazın kesilerek keçeler içinde yerlerine ulaştırılıyor. Bunların şerbet ve hoşafları soğutmak için kullanıldığını bilsek de eski tarihlerde dondurma yapıldığına ilişkin bir bilgi yok. Onun yerine kış aylarında taze yağmış temiz karla tahin, pekmez, vişne şerbeti, portakal şurubu, şıra, hatta yoğurt gibi malzemeler karılıp, "karsambaç, karma, karlamaç, kar helvası, bulmaç” gibi yöresel isimlerle anılan bir nevi buz lapası yapılıyor. Asıl dondurma ise son dönem Osmanlı saray menülerinde karşımıza çıkıyor. 1844 tarihli yemek kitabı Melceü’t Tabbâhin’de (Aşçıların Sığınağı) dondurma tarifi yer almıyor, ancak dondurma kutusundan söz ediliyor. 1857 tarihli Ali Eşref Dede’nin Yemek Risalesi'nde süt ve süzme aşure dondurmalarının yapımı anlatılıyor. 1882 tarihine gelindiğinde ise Ayşe Fahriye’nin Ev Kadını adlı kitabında artık birçok dondurma tarifine rastlanıyor. Avrupa ve ABD'de dondurmanın yükselişini merak ederseniz, onu da Petek Çırpılı'dan okuyabilirsiniz.

Ölümünün 433. yılında Mimar Sinan ve Üsküdar


Sanıyoruz, Türkiye sokaklarında insanlara bir mimar ismi söyleyin deseniz, cevapların büyük çoğunluğu Mimar Sinan olur. Belki eserlerini, hayatını, mimarisinin özgün yönlerini bilen azdır ama, Mimar Sinan'ın yalnızca ismi bile büyük saygı uyandırır; Türkiye'de camiler hâlâ onun yapılarına benzetilmeye çalışılır. Dün ölümünün 433. yılında andığımız Mimar Sinan'ı bugün Üsküdar'daki iki büyük eseriyle, Mihrimah Sultan ve Atik Valide külliyeleriyle hatırlıyoruz
Ayrıca büyük mimar hakkındaki efsaneler ve gerçekleri Ağustos 2018'deki kapak dosyamızda Hayri Fehmi Yılmaz ve Necdet Sakaoğlu'ndan okuyabilirsiniz.

10 puanlık sporcu: Nadia Comaneci

Tam 45 yıl önce, 18 Temmuz 1976'da, Montreal’deki Forum’u dolduran binlerce izleyici, tarihe tanıklık edeceklerinden bihaber salondaki yerlerini almıştı. 1976 Yaz Olimpiyatları’nda takım yarışmalarında asimetrik paralelde yarışan Romanya takımından henüz 15’ini bitirmemiş ufak tefek bir kız inanılmaz bir performans sergilemişti. Yedi jüriden de 10 tam puanı kapan Nadia Comaneci, karaborsaya düşen biletler için 200 dolar ödeyenleri bile mest etmişti. İnsan yapımı elektronik skorbord, Nadia’nın mükemmelliği karşısında aciz kalmış ve sadece 1.00 gösterebilmişti, zira mühendisler birisinin 10 tam puan alabileceğini düşünememişti. -Ali Murat Hamarat

  • Boğaziçi Üniversitesi'nde görevden alınan Melih Bulu'nun yerine vekaleten atanan Mehmet Naci İnci, öğretim görevlisi Can Candan'ın işine son verdi. Kararın ders verdiği bölüm ve fakültenin görüşü alınmadan uygulandığını belirten Candan, 14 yıldır Boğaziçi Üniversitesi'nde görev yapıyordu.
  • Twitter'da yaptığı paylaşım nedeniyle 17 Mart'ta milletvekilliği düşürülen ve 2 Nisan'da evinden gözaltına alınarak cezaevine gönderilen HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, AYM kararının ardından TBMM'ye döndü. Gergerlioğlu, geriye dönük haklarını almak için dava açacağını söyledi.
  • KKTC'deki Cumhuriyetçi Türk Partisi ve Toplumcu Demokrasi Partisi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 20 Temmuz'da katılacağı meclis oturumunu boykot etme kararı aldı. CTP oturumda söz hakları olmamasını gerekçe gösterirken TDP, Türkiye ile ilişkilerde "buyuran-biat eden bir anlayışın hâkim kılınmak istendiğini" belirtti.
  • Türkiye, BM'ye bir mektup göndererek Yunanistan'ın, Ege Denizi'ndeki adaların silahsızlandırılmasını ihlal ettiğini söyledi. Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu'nun imzası bulunan mektupta "Bir kez daha dikkatinize getirmek isteriz ki Yunanistan, Ege ve Akdeniz'deki adaların silahsızlandırılması konusunda ilgili anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmemektedir" ifadesi kullanıldı.
    • 1923'te imzalanan Lozan Anlaşması ve 1947'deki Paris Barış Anlaşması, Ege'deki Yunanistan'a bağlı adaların silahlandırılmasını yasaklıyor.
  • Avrupa'nın batısını sarsan sel felaketi nedeniyle Almanya'da ölenlerin sayısı 141'e yükseldi; Belçika'da da 27 kişi yaşamını yitirdi. Belçika'da 100'den fazla kişinin hâlâ kayıp olduğu ifade edilirken, Başbakan Angela Merkel sel tehlikesinin henüz geçmediğini söyledi. Almanya Cumhurbaşkanı küresel iklim krizi ile mücadele çağrısı yaptı.
    • Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Rize'de sel ve heyelandan etkilenen alanların Afet Bölgesi ilan edileceğini duyurdu.
  • NATO birliklerinin Afganistan'daki görevi yaklaşık 20 yıl sonra sessizce sona erdi. Alman haber ajansı dpa'ya bilgi veren diplomat ve askerî yetkililer, Afganistan'da şu anda NATO'nun komutası altında hiçbir askeri birlik kalmadığını teyit etti. Afganistan'daki Amerikan ve Türk birliklerininse artık kendi ulusal ordularının emir komuta zincirine bağlı olduğu ifade edildi.
  • Reuters çalışanı Pulitzer ödüllü Hint gazeteci Danish Siddiqui, çatışmaları izlemek için gittiği Afganistan'da öldürüldü. Siddiqui'nin Afgan güvenlik güçleri konvoyunda bulunduğu ve konvoyun Taliban tarafından çapraz ateşe alındığı bildirildi.
  • 74. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü "Titane" adlı filmi kazandı. Fransız yönetmen Ducournau, bu ödülü kazanan ikinci kadın yönetmen oldu. En iyi yönetmen ödülünü ise "Annette" isimli filmiyle Fransız yönetmen Leos Carax aldı.

Bizi takip ediniz

Twitter
Instagram
Facebook
Website
YouTube
Bu e-posta size yönlendirildiyse buradan abone olabilirsiniz
Tercihlerinizi değiştirebilir
 veya üyelikten çıkabilirsiniz.
Copyright © 2021, KAFA Grup, Her hakkı mahfuzdur.
#tarih'te bugün ekibi






This email was sent to <<e-posta adresi>>
why did I get this?    unsubscribe from this list    update subscription preferences
#tarih · Istanbul · İstanbul 80050 · Turkiye